UMUT SAHAF
Eski kitapçı, ismini yaşlı kitap kurdu Umut amcadan almıştır… Umut amca bu işin okulunu okumamış belki; ama yıllarını, hatta ömrünü kitaplara adamış bir alaylıdır. Nasırlı, ihtiyar elleri sanki dünyanın tüm kitapları bu ellerden geçmiş hissini verir. Kitapların maddi değerlerinden daha iyi bilir manevi değerlerini. Umut amca her sabah umutla açar eski baba yadigârı ekmek teknesini… Ekmek teknesi dediğime bakmayın; bu tozlu, eski kitap kokulu dükkân Umut amca için her şeydir… Onun için kitap demek, bulutları şekilden şekle sokmak, tozlu rafların arasında gezintiye çıkmak, ağlamak, gülmek, hayat demektir. Ne zaman eline bir kitap alsa, yüzünde bahar çiçekleri açar, kitap kelebekleri uçuşur etrafında. Kokusu mis gibi sarar tüm pasajı. Herkes Umut amcayı çok sever.
Çoğu müşterisi dükkân için değil, Umut amcanın kaliteli sohbeti ve boş zamanlarda oynanan satranç için gelir bu huzurlu mekâna. Ciğerlerine eski kitap kokusunu doya doya çekip adeta sarhoş olur ve “Hiç gitmesek buradan…” hissine kapılır hemen hemen hepsi. Ve bazı müşterilerinin evlerinde bu dükkândakilerden daha fazla kitap olması, çok fazla mutlu eder yaşlı kitap kurdunu… Bir de “Pamuk” adlı bir kedisi vardır mistik kokulu dükkânın, müşterilerin dizlerine sürünerek sanki “Hoş geldiniz, ne iyi ettiniz de geldiniz.” diyen konuklara… Umut amcanın tek bir emeli vardır hayatında: Herkese kitap okutmak, her gence, çocuğa kitap sevgisi aşılamak ve hayatındaki herkese “Kucak dolusu kitaplı sevgiler…” diyebilmek. Kazandığı paralar umutlarının yanında hiçbir şey değildir; çünkü kazancının çoğunu bu emeli gerçekleştirmek uğruna hediye kitaplara harcar. Hele de mayasına bir parça kitap sevgisi çalınmış, imkânsızlıklardan okuyamayan birini görmeye görsün yaşlı yüreği… Bir anda çocuk oluverir, gözlerine bir heyecan oturuverir, çenesi bir düşer, bir düşer ki sormayın… On binlerce kitap ismi, yazarı ve konusuyla hafızasına kazınmış izlenimi verir biraz dikkatlice gözlemlerseniz onu. Sevecenliği ve tatlı dilliliği de ayrı bir hava katar gözlerinin içi daima gülen bu adama…
Umut amcanın gözlerinin derinliklerine inmeyi başarabilirseniz, onun o keder yüklü bulutlarını, içindeki şimşekleri görebilirsiniz; bir derdi vardır yüreğini acıtan ve kanatan yıllardır… Bir kardeşi vardır Umut amcanın, acaba hayatta mıdır hâlâ? Uzun yıllardır hiç haber alamamıştır onca arayıp araştırmasına rağmen… O çocukken, annesi kardeşini alıp kayıplara karışmıştır. Umut amca hiçbir zaman çözememiştir sebebini. Kız kardeşi on iki yaşında ya var ya yoktur ayrıldıklarında ve örgülü saçlarıyla mum ışığında okuduğu kitapları hafızasındadır yalnızca Umut amcanın. Kitap sevgisini o aşılamıştır kendisine çünkü. Ailesinden, akrabalarından hiç kimse kalmamıştır yıllar saçına ak düşürdükçe… Bu ıstıraplı adamın sahaflık yapmasının temelinde bile bu yatar şüphesiz; kitap sevgisi yıllar sonra da olsa iki kardeşi bir araya getirebilecektir, onun bitmeyen inancına göre. Buna tüm kalbiyle inanır Umut amca ve bir gün kardeşinin yolu bu sahaflar çarşısına düşecektir, eğer hâlâ hayattaysa…
Bir gün yine “Haydi Bismillah” diyerek ekmek kapısını açmıştır Umut amca. Güneş köşeyi henüz dönmüştür. Bugün ayrı bir kıpırtı vardır yaşlı yüreğinde, “Hayır olsun” der ve geçiştirir. Çay suyunu koyar önce, sonra Pamuk’un sütünü verir ve her sabahki rutin işlere başlar. Temizlik ve sabah hazırlıkları bittiğinde çay da demlenmiştir. Gazete eşliğinde çay pek de keyif verir Umut amcaya. Evinden kahvaltı yapmadan çıktıysa simit çok güzel eşlik eder bu ikiliye… Müşteriler, ahbaplar, eli boş dükkân komşuları derken gün yarılanmıştır bile…
“Beyefendi, Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eseri sizde bulunur mu?” sorusuyla kendine geldi Umut amca. Arkasını dönerken elinde olmadan heyecanlandığını hissetti. Döndüğünde ise cüzdanında yıllardır taşıdığı, annesinin siyah beyaz, yıpranmış resmindekine benzeyen bir yüzle karşılaştı. Ses onu elli yıl öncesine götürüverdi birden. “Acaba…” dedi kendi kendine “Acaba olabilir miydi böyle bir mucize?” “Evet, hanımefendi, aradığınız kitap elimde var.” derken yılların izleri silinmiş, yaşlı elleri titriyordu. İstemeden, sesi gibi… Biraz zaman kazanmalı ve kafasındaki soruları soracak kadar bir yakınlık kurmalıydı en azından… Bayanı hasır tabureye oturtarak tavşankanı bir çay doldurup biraz olsun rahatlattı kendini. Kitaplarla ilgili koyu bir sohbete daldılar; derken memleket meselesine gelebildi konu en sonunda. İlk sınav verilmişti. Memleketleri aynıydı. Birkaç soru ve cevaptan sonra hiç şüphesi kalmamıştı Umut amcanın… Bu zarif bayan, öz be öz kardeşiydi. Umut amcanın kitap düşkünlüğünden etkilenmiş olacak ki telefon numarasını bırakarak ayrıldı dükkândan, yeni kitaplar geldiğinde aranmak dileğiyle… Umut amca yılların yorgunluğunu bir nefeste atıvermişti adeta; ama bir anda kardeş olduklarını söyleyerek boynuna sarılıp yılların hasretini gidermeye de yaşlı yüreği izin vermemişti… Bir yandan allak bullak olmuştu, diğer yandan da huzur dolmuştu yüreğine. Bu anın tadını çıkarmalı ve ilk adımlarını düşünerek atmalı, kardeşini de şok etmemeliydi.
Ertesi günü planlayarak heyecan ve umutla çay doldurdu kendine; ama biliyordu Umut amca, biliyordu... Kitap aşkının bir gün onları bir araya getireceğini adı gibi biliyordu… Bu öyle evrensel bir aşktı ki insanlar arasında köprü olduğunu, olacağını biliyordu… Hatta yıllardır kanayan yaralara derman olacağını biliyordu… Raftan eski bir kitap aldı keyifle ve kokusunu taa ciğerlerine kadar çekti; adeta kardeşini koklar gibi…
Ceren Nisanur ATIŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder