Gücün Mağdurları
Totaliter
bir rejim neredeyse istisnasız tüm toplumların tarihinde bulunan
zorlu, en çok halkı yoran bir dönemdir ama bu rejimin diktatörlük
olarak tanımlanması için kelimenin icadından yüzyıllar sonra
başlayacaktır. Roma İmparatorluğunda acil durumlarda devleti
yönetmesi için çağırılan iktidara diktatör ismi verilirken
modern zamanlarda ise mutlak güce sahip ve bu gücünü suistimal
eden devlet adamlarına verilen karşı durulması gereken bir sembol
haline gelmiştir. Roma İmparatorluğu ile modern tanımın tek
ortak yanı ise devletin tek bir kişi tarafından yönetilmesidir.
Kavram tanımının bu şekilde değişmesinin aynı Antik Yunan’daki
demokrasi tanımı gibi yanlış kullanılıyor olabilir ancak saygı
duyulan bir konum ve isimin bir anda nefret edilen bir tanım haline
gelmesi bana çok olası gelmiyor. Tahminim ise zamanın diktatör ya
da farklı devletlerdeki buna benzer yöneticilerin zamanla sahip
oldukları meşru kuvveti daha çok suistimal etmeleri ve daha
totaliter rejimlere doğru ilermeleridir.
Ki
bu da beni asıl soruma getiriyor: İyi bir diktatör olma ihtimali
var mıdır? Büyük ihtimalle içinizden “Tabii ki vardır!”
diyip aklınıza mutlak güce sahip yöneticileri getiriyorsunuzdur.
O zaman hemen sorumu değiştireyim: Bir diktatör mutlak güce sahip
iken ne kadar süre boyunca topluma yararlı olabilir? Modern
tanımdaki diktatörleri incelemeden önce imparatorları,
padişahları ve krallara bakalım. Başarılı olan yöneticilerin
büyük bir çoğunluğunun onlara yardım eden konseyleri, senatosu
ya da kurultayı bulunur hatta bazılarında bu kurumların yetkileri
yöneticileri aşardı. Bundan daha yüksek güçlere sahip ama aynı
zamanda başarılı olan yöneticilerin ise tahtan inmesi diğerlerine
nazaran daha hızlı gerçekleşmiştir. Mutlak gücün hatta
herhangi bir yetkinin insanları yozlaştırdığına dair birçok
örnek verilebilir ancak buna karşılık olarak toplumlarını üst
düzeye çıkaran birçok yönetici de sayılabilir.
Her
insanın geçilmesi gereken bir eşiği vardır. Belki de Fatih
Sultan Mehmet 10 yıl daha yaşasaydı III. Vlad gibi din adamlarını
ve elçileri kazığa oturtmaya başlayacaktı. Belki de III. Vlad
bir köy çocuğu olsa bile derede bulduğu kurbağalara işkence
edecekti. Bunları asla bilemeyiz ama kendi eşiğini aşan ve artık
gücünü suistimal etmeye başlayan birisini biliyoruz: Fulgencio
Batista. Fulgencio Batista askeri gücünü kullanıp Küba’daki
yönetimi başlarda gizliden sonra ise demokratik seçim ile ele
geçiren zamanın Küba ordusunda bir albaydır. Batista askerlerin o
zamanki yönetimden memnun olmamasını fırsat bilip orduyu
örgütlemiş ve Küba yönetimini ele geçirmiştir. Uzun süre
boyunca resmi olarak siyasete atılmayan Batista’nnın yönetiminde
birçok başkan gelip geçmiştir ve Küba uzun zamandır olmadığı
kadar iyi durumdadır. Ekonomi yükselmiş, Uluslar arası ilişkiler
(özellikle ABD) geliştirilmiş, refah düzeyi düzelmiştir ancak
Fulgencio Batista güce çok uzun süre sahip olmuştur ve artık
bunu Küba halkı için değil, kendisi için kullanmaya başlamıştır.
Küba ekonomisi yeniden gerilemeye başlamıştır ama Batista bir
milyarder haline gelmiştir mafya ve ABD ile yaptığı anlaşmalar
sayesinde. Halk fakirleştikçe Batista daha da zenginleşmiştir.
Buna karşı çıkmak isteyen ve bu totaliter rejimin yasalara aykırı
olduğunu kanıtlamak isteyen Fidel Castro hapise atılmış, onun
gibileri Batista’nın ordusu tarafından sokaklarda dövülmüş,
öldürülmüştür. Sokaklarda halk dayak yerken Batista tüm
sözlerini unutup ABD’ye Küba üzerine daha çok hak ve güç
vermiştir. Vatanını korumak yerine kendini düşman olarak
adlandırdığı insanlara satmıştır. Belki Batista sadece bir
tesadüftür ama gücün insanı nasıl değiştirebileceğinin en
iyi örneği olduğu aşikar.
İsmet
Berken Akgül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder